0 Comments

Selamun aleykum verahmetullahi  berakatuhu  ebeden daimen,

islamisohbetçi

Allah, insana kalb ve muhabbet hissini, kendi isim ve sıfatlarını sevdirmek için vermiştir. Hatta insandaki kalb ve muhabbete öyle bir genişlik vermiştir ki; ancak ezelî ve ebedî olan Allah’ın cemal ve kemalinden başka hiçbir şeyle tatmin olamaz. Öyle ise insanın nihayetsiz olan muhabbetini, mecazi ve fani mahlukata vermesi meşru ve helal değildir. Mahlukatı ise ancak Allah’ın bir san’atı, cemal ve kemalinin bir ayna olması noktasından sevebilir.

Kalb Allah’ı sevmekle ve O’nu zikretmekle mutmain olur. “İyi biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle (anmakla) huzur bulur.” (Ra’d Suresi, 13/ 28)

Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti, fani olan dünyanın birkaç günlük zevkiyle mukayese edilmez. İnsanın kalbine yerleştirilen nihayetsiz muhabbet, nihayetsiz cemal ve kemal sahibi olan Cenab-ı Hakk’ı sevmesi için verilmiştir.

“İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.”

Dünya, insanın arzu ve emellerini tatmin için kafi değildir. Bunun içindir ki, dünyanın güzel manzaralarını kısa bir zamanda temaşa edip; onun zevk ve sürurlarını tatmak, ancak insanın iştihasını açar, fakat doyurup tatmin etmez.

“Ancak o ruhun arzularını ve meyillerini tatmin ve temin edecek, alem-i ahirettir.”

Diğer bir husus, muhabbet ilim ve marifetin bir neticesi hükmündedir. İlim ve marifet ziyadeleştikçe muhabbet de ona göre ziyadeleşir. Nasıl meyve ağacı, meyvesi için dikilir ve bakılır ise, aynı şekilde kainat ağacının meyvesi ve neticesi de muhabbettir, kainatın yaratılması da ona bakar. Bu yüzden Allah insana nihayetsiz ve her şeyi kuşatacak bir muhabbet hissi vermiştir. Kalbadi, fani ve ani şeylere bağlanmamalı, onlarda boğulmamalıdır.

Nasıl ki, tevhid akla rehber olduğu zaman, her şeyde Allah’ı bulduruyor ise, aynı tevhid kalbe rehber olduğu zaman da kalbi kâinatın dağınıklığından ve mecazî aşklarından kurtarıp, hakiki aşk olan Allah’a yöneltiyor. İnsanın mahiyetindeki aşk-ı beka, İlahi aşkın bir levhası, bir cilvesi ve bir numunesidir. Bunun sarf edileceği yer ise ancak ve ancak Allah’ın sonsuz cemal ve kemalidir.

Bir şeyi sevmek iki türlü olur; birisi caiz iken, diğericaiz değildir.

Birisi, bir şeyi kendi hesabına ve zatı için sevmektir. Yani sanatı, sanatkârına olan yönünden ve işaretinden dolayı değil de,san’atı sırf san’at için, kendi hesabına sevmektir. Bu sevgiye mecazi sevgi deniliyor. Bu sevgi Allah’ın razı olduğu bir sevgi değildir. Her şeyin fani ve geçici olması bu yüzü iledir.

Allah namına olmayan her şey fanidir ve yokluğa mahkumdur. Fena ve yoklukla yoğrulmuş bir sevgi ise insana lezzetten ziyade azap verir. Kalb, ancak Allah sevgisi ile tatmin olabilir. Fani ve geçici mahlukat ile tatmin olmaz.

Diğeri ise, Allah namına ve Allah hesabına sevmektir. Mahlukatı Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarına birer ayna ve O’nun sevgisine vesile olduğu için muhabbet etmektir. Bu sevgi Allah’ın razı olduğu bir sevgidir.

Mesela, bir çiçeğe bakıldığı zaman, o çiçekte sevilmeye layık ne varsa hepsi Allah’ın sonsuz güzelliğinden gelen zayıf bir tecellidir. Güzelliğin asıl kaynağı Allah’ın sonsuz cemalidir.

İşte kainatta sevgiye sebep olan bütün güzellikler, mükemmellikler ve iyilikler Allah’tan geliyor. Mahlukattaki bütün güzellikler O’nun sonsuz isim ve sıfatlarının çok perdelerden geçmiş zayıf birer tecellileridir. Biz bu tecellileri Allah için ve O’nun hesabına sevebiliriz. Anne ve babamızı Allah’ın birer mahluku noktasından sevebiliriz. Allah için ve O’nun hesabına ne kadar sevip hürmet etsek azdır.

Bir Allah dostu şu şekilde özetler;

Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi, herşey, mânâ-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zâtında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mânâ-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esmâ-i bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.” 

Vesselam, Rabbim kalbimizdekileri Baki Hakiki için sevenlerden ve Bekayaa mazhar olanlardan eylesin…

Selam ve dua ile…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Related Posts